Haber

CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK MÜZİĞİ KONUSUNDA İLERİ SÜRÜLEN GÖRÜŞLER

İnsan duygularını aksettiren, müzik denen ince sanatın, tarihi olaylardan etkilenmemesi düşünülemez. Türk tarihi ise acılarla doludur. 93 Harbi (1877-1888 Rus Savaşı) ile başlayan savaşlar, yaklaşık 50 yıl sürmüş ve ancak 9 Eylül 1922’de son bulmuştur. Bu elli yıl içinde, imparatorluk nüfusunun dörtte bir olan altı milyon insan, Rumeli’den, bir kısmı da Kafkasya’dan Anadolu’ya göçmüştür. Bu insanların çektiği acılar, göç, iltica, mülteci, sığınmacı gibi kelimelerle ifade edilememektedir. Bu göç hareketi tam bir soykırımdır. Maddi manevi tüm varlıklarını, yüzyıllarca yaşadıkları yerlerde bırakarak yeni vatanlarına göçmen olarak gelen bu insanlar, duygularını Hicaz ve Hüzzam gibi acıklı makamlardaki şarkılarla ifade etmişlerdir.

Türk Müziğindeki Hicaz ve Hüzzam makamlarındaki şarkıların çokluğunun nedeni bu olsa gerekir. Çünkü bestekarların çoğu Rumeli’den yetişmiştir.

Türk müziğinin Bizans’tan, Acem’den, Arap’tan alındığı iddiaları geçersizdir. Bağlama çalan Hititlinin fotoğrafı en kesin kanıttır. Ancak çok geniş bir coğrafyaya dağılmış olan Türk ulusunun, bu coğrafyadaki sazlardan ve ezgilerden esinlenmiş olması mümkündür.

1930’lu yıllarda müzik konusunda yazılan yazılar, müzikte yapılacak devrimin diğer devrimlerle alınan başarılı sonuçlara benzeyeceğini zannederek kaleme alınmış olsa gerektir. Müziğin evrensel olması istenmiştir. Atatürk özellikle, Türk Müziğinin dünyanın her tarafından dinlenmesi ve bilinmesini istemiştir. Ancak yapılan deneyler, yukarıda da belirtildiği gibi olumlu sonuç vermemiş, bu iş zamana bırakılmıştır. Müzikte yapılacak devrim üzerine ileri sürülen fikirler aşağıda belirtildiği gibi tasnif edilebilir:

1. Mevcut Türk müziği eserlerini çok sesli hale getirmek ve Batı sazları ile çalmak
2. Türk ezgilerinden faydalanarak yeni eserler bestelemek ve bunları Batı sazları ile çalmak.
3. Batılıların müzik öğretim ve eğitiminin aynen uygulanacağı müzik eğitim kurumları (konservatuar) açmak
4. Öğreti Birliği (Tevhidi Tedrisat) yasası gereğince, okullarda sadece Batı müziğini öğretmek.
5. Türk müziğinin okul dışında öğretilmesini sağlamak.
6. Yurt çapında, Türk Halk Müziği eserlerini (türküleri) araştırmak ve bunları kayda almak.
7. Eski eserlerimizden bulunabilenleri, Batı notası ile yeni harflerle yeniden yazmak,

Atatürk’ün 1938 yılında ölümünden sonra, Cumhuriyetimizin yönetimini üstlenen kadroların müzik konusundaki görüşleri, Atatürk’ten farklı olup, daha ziyade Batı müziğine yöneliktir. Bu kadrolar kendi görüşlerini “Atatürk böyle isterdi” diyerek savunmuşlardır. Bu yıllarda fikirler, çok seslilik, yani müzikteki seslerin eksik çalınmaması, tüm selenleri ile birlikte çalınması etrafında dönmüştür.

İşte 1928-1938 arasındaki uygulamalardan ve 1938’den sonra ileri sürülen fikirlerden edinilen deneyimlerle, bazı müzikologlar 1940’lı yıllarda aşağıdaki görüşleri ileri sürmüşlerdir:

8. Hüseyin Sadettin Arel ve beraberindeki bir grup müzikoloğun ileri sürdüğü, Türk müziğinin saz eserleri bölümünü, Türk sazları ile çok sesli hale getirmek, bunun için yeni sazlar yapmak.

9. Kemal İlerci’nin ileri sürdüğü, Türk müzik sistemine göre yeni bir piyano yapmak ve müziğimizi çok sesli hale getirmek.

Mesut Cemil’in de ifade ettiği gibi, halledilmesi güç olan bu sorun üzerinde Türk müzikçileri ve Türk aydınları 1830’dan beri yaklaşık iki asırdır çalışmakta ve fikirler ileri sürmektedir.

Abdullah Şevki Öztekin’in Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar, Türküler ve Marşlar kitabından alınmıştır.

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.