ATATÜRK’TE MÜZİK SEVGİSİ
Mustafa Kemal, 4 Ocak 1881 tarihinde Selanik’in Koca Kasım Mahallesi, Ziyneti bostan mevkiinde, babası Ali Rıza Efendi’nin yaptırdığı eve doğdu. O zamanlar, çocuklar okullarda adı ve memleketi çağrılarak anılırlardı. Mustafa Kemal Selanik gibi.
19. yüzyılın sonlarına Selanik şehri, imparatorluğun, İstanbul’dan sonra en ileri şehri idi. Şehirde ileri bir kültür ortamı vardı.
93 Harbi denen, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonrasında, Rumeli’den büyük bir göç başlamıştı. Yüzbinlerce Türk ailesi, evini barkını, malını mülkünü bırakarak, Bulgaristan’dan Edirne’ye, İstanbul’a doğru göçmüştü. Türkler, Rumeli’den sökülüp atılıyordu. Göçmenlerin birçoğu da Selanik’e sığınmıştı. Bunlar yoksul insanlardı. Mustafa Kemal bu insanların haline çok üzülürdü.
Babası öldüğü zaman Mustafa Kemal çok küçüktü. Öksüz kalmıştı. Öksüzlük Mustafa Kemal’e ciddi ve ağır bir asalet vermişti. Önce Selanik Askeri Orta Okulu’nun son sınıfına girdi ve üniforma giydi. Bu okul yatılı değildi ve evlerine yakındı. Sabah okuluna gidiyor, akşam eve dönüyordu.
Delikanlılık çağı’na erişip, bir iki arkadaşı ile eğlence yerlerine girmeye başlayınca, ilk gittiği lokal, Selanik’te Türk Musikisi icra edilen lokaller olmuştur. Bu salonlarda Selanikli Ahmet, Kanuni Fethi, devrin ünlü hanendelerinden Mustafa ve Nemci Beyleri dinleye dinleye Türk Musikisi’ne gönül bağlamış ve yaratılışındaki incelemecilik ve araştırmacılık tutkusu ile bilhassa Rumeli folklörüne ait birçok türküleri söylemeyi öğrenmiş ve türküleri hayatı boyunca söyleyip, öğretmiştir.
Daha sonra Manastır Askeri Lisesi’ne gitti. Ailesinden ilk defa ayrılıyordu. Onbeş yaşında evinden, ailesinden, kız kardeşlerinden ayrılmanın üzüntüsünü yaşadı. Yatılı okullarda hayat zordur. Aile özlemi, mektup beklentisi, yalnızlık, başlangıçta dertleşecek arkadaş olmaması ve sıla özlemi bu yaşta bir genci müziğe yöneltir. Müziğinde, bu sıkıntıları terennüm eden türüne yöneltir.
Mustafa Kemal, 13 Mart 1899’da, on sekiz yaşında iken, İstanbul’a gelerek, Pangaaltı’nda bulunan Harp Okulu’na katıldı. Üç yıl süren Harp Okulu eğitiminden sonra, üç yıl süre ile de Harp Akademisi’ni okumuştur. Böylece, Osmanlı Devleti’nin başkenti ve bir kültür merkezi olan İstanbul’da altı yıl yaşamıştır.
Atatürk’ün müzik bilgisi konusunda Burhanettin Ökte’den naklen Sadi Yaver Ataman şunları aktarmaktadır:
“Mustafa Kemal Harp Okulu’nda iken, okulda bir musiki topluluğu kurmuş ve bu toplulukta bizzat şarkı söylermiş. Bu amatör musiki topluluğu içinde ve ders saatlerinin dışında, musikimizle bizzat uğraşmışlar ve ünlü besteci Griftzen Asım Bey, o tarihlerde bu topluluğa musiki öğretmenliği yapmış. Sınıf arkadaşlarından ve kolağası iken vefat eden Selanikli Tevfik Bey, Köprülü İsmail Hakkı Bey, süvari albaylarından emekli Arif Bey, bir sonraki sınıftan Suat Bey ve daha bazı gençler, elverişli zamanlarda toplanırlar. Selanikli Tevfik Bey kendilerine eser geçer ve Hayri Bey ile Suat Bey ut, Arif Bey ney çalar, Atatürk de bu amatör fasıl takımının içinde okurmuş. Atatürk bilhassa Griftzen Asım Bey’in iki şarkısını, Civan Ağa’nın Nihavent makamındaki bir şarkısını, Saba ve Bestenigar makamında yedi sekiz şarkıyı çok iyi biliyorlar ve değme hanendenin okuyamayacağı şekilde usulüne ve üslubuna göre okuyorlardı. Atatürk’ün Asım Bey’den musiki dersi aldığını bu müşahedeye ekleyince, bir hakikat ortaya çıkıyor ki, Atatürk, Türk Musikisini bizzat öğrenmişler ve zaman zaman çevresine öğretmişlerdir.
Harp Akademisi’nde öğrenim gördüğü yıllarda, hafta sonlarında bir Fransız hanımdan Fransızca öğrenmiştir. Fransızca dergi ve gazeteleri takip ederdi ve o zamanlar ülkede sansür olduğu için ülkenin durumunu anlatan bu yabancı dergilerdeki bilgileri arkadaşlarına anlatırdı. Avrupa ile daima zihnen ilişkide olmuştur.
Pertev Demirhan Paşa, Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal’in Harp Tarihi öğretmenidir. Pertev Paşa aynı zamanda Tanburi Cemil Bey’in en iyi arkadaşlarından biridir.
Mustafa Kemal 1903 yılında Harp Akademisi 2. sınıfta iken ve daha sonraki hayatında, öğrendiği bilgilerin özetini yazdığı ve kendisince önemli olan olayları not ettiği defterler tutmuştur. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından yayınlanan 2 numaralı defterde aşağıdaki şarkıların sözleri yer almaktadır. Kendi el yazısı ile yazdığı bu şarkıların notaları, güfteleri ile birlikte ekte yer almaktadır.
-Suzinaktan-Cevheri ruhum musun ey melek – TATYOS EFENDİ
-Süzinaktan-Bir güne çeşmi canan suzinak oldum yeter- SELANİKLİ AHMET
-Suzinaktan- Gözlerinden kıskanırken bir zaman dildarını-Bestekarı belli değil
-Hicaz makamından-Zülfüne dil besteler zülfü perişanın kadar-ASTİK AĞA-güfte FUZULİ
Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğini yapmış olan Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün müzik sevgisi konusunda.
“Atatürk’ten Hatıralar” adlı kitabında şunları anlatmaktadır:
“Hususi meclislerinde, çocukluğundan beri tesiri altında kaldığı, alaturka musikiyi dinlemekten zevk duyar, ekseriya kendisi de tatlı sesiyle saza iştirak ederdi. En çok sevdiği eserler:
-Rasttan “Habı gahı yare girdim arz için ahvalimi”
-Uşşaktan “Cana rakibi handan edersin, ben bi nevayı giryan edersin”
-Hicazkardan “Mani oluyor halimi takrire hicabım, üzme yetişir firakınla harabım”
-Şederabandan- “Badeyi vuslat içilsin kaseyi fağfurdan, bir ilahi neşe doğsun nağmeyi tanburdan”
-Suzinaktan- “Sen bezmimize geldiğin zaman neler olmaz”
-Bestenigardan- “Kaçma mecburundan ey ahuyu vahşi ülfet”
-Bestenigardan- “Gayrıdan bulmam teselli sevgilim, sendedir divane gönlüm sendedir” şarkıları ile, bütün Rumeli ve serhat türküleri idi. Bilhassa bunlardan “Vardar Ovası” ve “Pencere açıldı Bilal oğlan piştov patladı” türküleri.
1935 yılında bir gün, Yalova’da sofrasında ut çalan Muhittin Baha Pars’a “Bu parçalar atalarımızın yadigarı eserlerdir, bunların kaybolmamaları lazım” demiş.
Bununla beraber Garp musikisine hayrandı. Memlekette Garp Musikisini yaymaya büyük önem vermekte idi. Bilindiği gibi, bu maksatla, hayatında sonradan müzik, tiyatro, opera ve bale bölümleri ile mükemmel bir konservatuar halini alan, Ankara Musiki Muallim Mektebi’ni kurdurmuştur.
19 Haziran 1934 tarihinde, Ankara Halkevi’nde İran Şehinşahı Rıza Pehlevi’nin şerefine yazılıp bestelenen “Özsoy” operası temsil edilmişti. Bir yıl sonra da Devlet Operası kurulmuştur.
Atatürk’ün işareti üzerine, bir aralık o zamanki Matbuat Umum Müdürü olan Vedat Nedim Tör’ün teşebbüsüyle Ankara Radyosu alaturka musikiyi yayın programlarından çıkarmıştı. Fakat iki yıl sonra, halkın mütamadiyen Mısır radyosunu dinlemekte olduğu gerekçesiyle ilkin halk türküleri ve klasik Türk musikisi adı altında tekrar aynı müziğin yayınlarına başlanmıştır.
İftahar ve şükranla ifade etmeliyiz ki, bu müddet zarfında bir taraftan çok sesli Batı tekniğine uygun eserler yaratan çok kıymetli bestekarlarımızla, gerek bu sahada ve gerek opereda milletlerarası şöhret yapan değerde yüksek sanatkarlarımız da yetişmiştir.
Atatürk zarif endamıyla çok güzel dans ederdi. Büyük bir haz ve heyecanla seyrettiği halk oyunlarını, bilhassa erkek ve yiğitçe figürleriyle “zeybek” oyununu takdir ve teşvik ederdi.
Türk Maarif Tarihi adlı 5 ciltlik eserin yazarı Osman Ergin de şunları söylemektedir:
“Atatürk’ün musiki sevgisini, bizzat O’nun meclislerine iştirak etmiş ve huzurlarında sanat ve maharetlerini gösterip kendilerine beğendirmiş olan sanatkarlarımızın ağızlarından dinlemek isteyerek bunlar arasından Hafız Yaşar Okur, Mustafa Sağman ve Sadettin Kaynak’a müracaat ettim. Lütfettikleri yazıların bazı parçalarını bu eserde bulunduruyorum.
Atatürk’ün reisi cumhur makamına geçtiği tarihten, ölümlerine kadar maiyetinde bulunmuş olan serhanende, yeni terimle şef tenor Hafız Yaşar Okur, Atatürk’ün musiki sevgisini şöyle anlatır:
“Akşamları saat 17’de Veli Bey’in (Veli Kanık, Orhan Veli’nin babası) idaresindeki bando, sarayın bahçesinde nöbet çalmaya başlar ve bir saat sürerdi. Saat 18’de, Zeki Bey’in idaresindeki orkestra sarayın salonunda terennüme başlar, saat 20’ye kadar devam ederdi. Bunlardan sonra 14 kişiden mürekkep fasıl heyeti, Atatürk’ün huzurlarına gelir yemeğin sonuna kadar oradan ayrılmazlardı.
Atatürk, Klasik Türk Musikisini çok severdi. En çok sevdiği makamlar, Rast, Mahur, Hüzzam, Segah, Bestenigar’dı. En çok sevdiği şarkılar da şunlardı:
-Haşim Bey’in Bestenigar makamından “Kaçma mecburundan”
-Yine Bestenigar’dan “Gayriden bulmaz teselli”
-Dede’nin Mahur makamından “Ey gonca dehen”
-Asım Bey’in Uşşak makamından “Cana rakibi handan edersin”
-Rast makamından “Habı gahı yare girdim”, “Nihansın dideden ey mesti nazım”
-Faize Hanım’ın Suzidil makamından “Badeyi Vuslat içilsin”
-Mahmut Celalettin Paşa’nın Hüseyni makamından “Sevdiğim cemalin çünkü göremem”
-Ahmet Rasim’in Rast makamından “Lebi renginine bir gül konsun”
-Kemani Rıza Efendi’nin Rast makamından “Zümreyi huban içinde pek beğendim ben seni”
-Hacı Arif Bey’in Rast makamından “Seyli ateşten emin olmaz yapılmış haneler” ve Uşşak makamından “Meyhane mi bu, bezmi tarabhaneyi cem mi”
-Şevki Bey’in Uşşak makamından “Bir kere içen çeşmeyi pürhuni fenadan”
-Bimen Şen’in Hicaz makamından “Ruhum Emelim, kalbi nizarım zedenlendi”
Atatürk bu şarkıları bizzat okuduğu gibi, başkaları tarafından okunduğu zaman da elleri ile tempo tutmak (usul vurmak) suretiyle takip ederlerdi.
Atatürk, Rumeli şarkılarını da çok severdi ve onları çok iyi bir surette bizzat okurlardı da. En çok okudukları ve okunmasını istedikleri türküler şunlardı:
-Atladım bahçene girdim, gülleri fincan gibi
-Yemenim turalıdır,sevdiğim buralıdır
-Maya dağdan kalkan kazlar
-Dağlar dağlar viran dağlar
-Alişimin kaşlari kare
-Pencere açıldı Bilal oğlan
-Alıverin bağlamamı çalayım
Atatürk alafranga musikiyi de severdi ve onun bazı parçalarını bizzat terennüm ve takip ederdi. Bunlar arasında en çok sevdiği, bizzat takip ettiği, hatta çalınıp bittikten sonra tekrarlanmasını istediği parçalar da vardı. Toksa Opereti onlardan biridir.
Atatürk yeni yapılan milli marşları da severdi, bunlar arasında şu iki marşı biz okurken, kendileri de iştirak ederdi.
-Karadeniz Karadeniz gelen düşman değil biziz
-Yılmaz çelik ordularla biz yıldırımlar saçan bir cihanız
Atatürk ara sıra, udi Şevki ile beni huzurlarına çağırır ut çaldırırdı ve gazel okuturdu ve çok kere kendisi de aşağıdaki gazelleri bizzat okurdu.
-Ben şehidi badeyim dostlar, demim yad eyleyin
-Yeter artık çeker oldum şu cihanın gamını
Atatürk zaman zaman Rast makamından Kur’an ve Mevlüd de okuturdu. Kur’an dan en çok okuttuğu sure, Yasin Şerif ve Süleyman Çelebi’nin Mevlüd’ünden de en çok beğendiği yer Veladet Bahri idi.
Atatürk Kur’anın (Yasin) suresinin Rast makamından okunmasını sever ve okuturdu. Bazen Kur’anın bir ayetini ben okurdum, alt tarafının aynı makamdan okunmasını manevi kızı Nebile’ye emrederlerdi.
Gerek Kur’an, gerek Mevlüd okunurken çok mütehassis olduğu görülürdü. Hatta Muzıka Heyetinde bulunan hafızlardan Ramazan aylarında camilerde mukabele okuyanlara bir ay müddetle izin verir, Ramazan içinde yapılan fasıllarda bunların bulunmalarında asla ısrar etmezdi.
Lise Tarih ve Türkçe muallimlerinden Ali Rıza Sağman da bu yüksek mahfile devam edenlerdendi. O da yazdığı yazıda şunları belirtmiştir:
“Şehitlikleri İmar Cemiyeti tarafından, her sene Çanakkale’de vapur içinde şehitleri anma törenleri yapılırdı. Bu törenlerden birisine Atatürk de katılmıştı ve memnun olmuştu. Ben de bu cemiyet tarafından Çanakkale’de yapılan bu törenlere yıllarca çağırılmak şerefine nail oldum. İlk yıl dört hafız bu işi gördük. Bu yıl Hafız Cemal, okuduğu ezan ile Gelibolu dağlarını inletti. Atatürk, bu tören hakkında, Fırkanın İstanbul mümessili İbrahim Tali’den (Öngören) izahat almış ve bu güzel sesli hafızlarla tanışmak istemesi üzerine Saraya davet edilmeye başladık.
Bu toplantılara, bu saz alemlerine devam ettikçe, Gazi’nin en çok hangi makamları sevdiğini, hangi şarkıların okunmasını istediğini öğrenmiş oluyorduk.
-Hacı Arif Bey’in Nihavent makamından “Aşk ateşi sinemde yine şule feşandır” şarkısı çok seviliyor ve okutuluyordu ve okunurken de Atatürk de katılıyordu. Bu şarkı okunurken gözlerini bir noktaya diker ve elleriyle de o noktayı işaret ederdi.
-Haşim Bey’in Bestenigar makamından “Kaçma mecburundan” adlı eseri, Atatürk’ün sevdiği, okuttuğu, bildiği ve okuturken katıldığı eserlerdendir.
-Rumeli halk şarkılarından “Köşküm var deryaya karşı” şarkısını ve “Sarı Efe” şarkısını da beğenirdi. Hele Kime ne? Redifli “Ben melanet hırkasını kendim giydim eğnime” güfteli şarkısını hepsinden çok seviyordu.
Meclisinde bulunduğumuz gecelerin birinde bestekarlarımızdan Selahattin Pınar da vardı. Bu sanatkarın okuduğu bir bestesini çok beğenmiş, “Aferin oğlum sen bir profesörsün” iltifatında bulunmuş ve bir gazel okumasını rica etmişti. Selahattin’in okuduğu gazel Gazi’yi ağlatmış ve mendiliyle gözyaşlarını sildirtmişti.”
Sanatkar Hafız Sadettin Kaynak da Atatürk’ün musiki meclislerine devam etmek şerefine mazhar olanlardandır. O da kanaatlerini şöyle yazmıştır:
“Bir gece Atatürk, akrabalarından bir bayanın evlenme merasiminde:
-Musiki nedir? Şark ve Garp musikilerinden hangisi bize, bu dokuz saati duymadan ve doymadan geçirtti? Mevzulu bir bahis açtılar ve buna dair söz söylemek isteyenleri birer birer davet ettiler. İsmail Müştak’ı da, zabit katipliğine tayin buyurdular. Bunlar arasında en son sözü söyleyen ben oldum.
-Bir başka gece, Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan bir düğünde, aynı eserin fasıl heyeti ve orkestra tarafından çalınmasını emretti fakat bu kabil olmadı. Daha sonra orkestranın bir zeybek havası çalmasını istedi, o da olmadı. Daha sonra Selanikli Ahmet Bey’in Kürdilihicazkar “Dilerse Şadıgam Olsun” şarkısını benimle birlikte okudular.
-Yine bir başka gece, Florya’daki Deniz Köşküne akşamdan çağırıldım. Mecliste Başvekik İsmet Paşa ile bütün kabine erkanı bulunuyordu. Atatürk bana, “Bugün çok çalıştık, yarın İsmet Paşa Ankara’ya gidecek. Ona güzel şeyler oku da memnun olsun” dedi. Okudum.
Ankara’da bir gece Çankaya Köşkü’ne çağırıldım. Fuat Hulusi Demirelli’nin “Yıllarca elim kalbimin üstünde eğildim” şarkısını, Eviçara makamından bestelemiştim. Rumeli havalarından Eviç makamındaki eserlere Atatürk’ün meftun olduğunu düşünerek bu makamı seçmiştim ve notalarını bastırarak Atatürk’e takdim etmiştim. O gece bana, “Şimdi İsmet Paşa buraya gelecek, o gelmeden önce şarkıyı bir kere biz dinleyelim” dediler.
Eseri çok beğendi. Biraz sonra İsmet Paşa geldi. Şarkıyı ayakta okudum. İsmet Paşa çok mütehassıs oldu. Atatürk sordu:
-Beğendin mi Paşam?
-Çok güzel tebrik ederim.
O gece Atatürk mevlit okunmasını da istedi ve bana mevlidin her mısrasını ayrı makamdan okumamı, saz heyetinin de sazlarıyla takip etmelerini emrettiler. İlk bahri tamamladım. Derin bir alaka ile dinledi. Yine aynı gece müteaddit yerlerden bana Kur’an okuttular. Hatta Nuri Conker’in de Kur’an okumasını istediler. O da okudu.
-Yine bir gece Beylerbeyi Sarayın’da beni İran Şahı’na tanıttılar. Fuat Hulusi’nin Farsça yazdığı Türk-İran dostluk manzumesini bestelemiştim, onu okudum. Daha sonra Afet Hanım, halk şarkılarının okunmasını istedi. “Çıkar cücelerden haber sorarım” şarkısını okudum. Atatürk ilk defa duymuştu. Şarkıyı üç defa tekrar ettirdiler ve bana bu eser için ” Sen bununla Azeri Musikisini gölgede bırakmışsın ” diye iltifatta bulundular.
Atatürk’ün sevdiği, okuttuğu ve bizzat okuduğu eserler hatırımda kaldığına göre şunlardır:
-Civan Ağa’nın Nihavent makamındaki “Dil seni sevmeyeni”. Diğer tanıkların belirttikleri şarkıları Sadettin Kaynak’da aynen tekrar etmektedir.
Şunu da ilave edeyim ki, Rast makamından Dede’nin Kar-ı Nev’ini ve Benli Hasan Ağa’nın peşrevi ile yine Rast makamından birkaç eseri içine almak üzere, Rasim Ferit’in hazırlamış olduğu repertuar, Veli Bey ve diğer bir zat tarafından büyük imtahanlarla armonize edilerek Atatürk’e dinletildi ise de, birkaç tecrübeden sonra, bu işin olmadığına ve olamayacağına bizzat Atatürk karar vererek vazgeçildi”
O zaman Riyaseti Cumhur saz heyetinde neyzen olarak bulunan Burhanettin Öke de, Türk müziğinin armonize edilmesi konusuna şunları söylemektedir:
“Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Dr.Rasim Ferit Talay’ın evinde rahmetli Feyha Talay’ın idare ettiği bir musiki topluluğu Atatürk’ü çok etkiledi. Bilindiği gibi, Feyha Talay hem tanbur hem de viyolonsel çalıyor ve bizim musikimizi bildiği kadar, Batı musikisini de iyi biliyordu.
Söz musikinin armonize edilip edilmeyeceğine intikal etti. Atatürk bir deneme yapılmasını ve kendisine haber verilmesini emrettiler. Hazırlıklar derhal başladı. Zeki Ün ve Veli Kanık Beyler bazı eserlerimizi çok sesli hale getirdiler. Uzun çalışmalar yapıldı ve Atatürk’e haber verildi. Hemen şeref verip eserleri dinlediler. Orkestra eserlerimizi çok sesli olarak icra etti. Sonra aynı eserlerin bizim uslupta ve bizim sazlarla çalınmasını emrettiler. Böyle de çalındı. Sonunda “Siz orkestranızı, siz de sazınızı bildiğiniz gibi çalınız” deyip salonu terk ettiler. Atatürk denemeyi beğenmemişti.
Atatürk İzmir’de 1913 yılında bir gün, Dr.Şükrü Şenozan, Dr.Tevfik Rüştü Aras, Dr.Rasim Ferit Talay, Şükrü Kaya, Dr.Cemal Tunç ve Cemal Şahingiray ile sabaha kadar müzik sohbeti yaparlar, arkadaştırlar. İşte bu dostluğa güvenen Dr.Şükrü Şenozan, Atatürk’e müzik konusunda önemli şeyler anlatmışlar. Anlatılanlar şunlardır:
“Zaman zaman Atatürk’ün sofrasında bulunuyordum Kendileri musikiden bahsetmekten hoşlanırlardı. Yalova’dan dönmüştük. Ben sofranın öbür ucunda oturuyordum.Kendileri, Nuri Conker ve diğer arkadaşları ile konuşuyordu. Bir ara, “Doktor, biraz da musikiden konuşalım” dediler.
-Müsaade buyurursanız, önce musikinin tarifinden başlayalım dedim.
-Nasıl istersen buyurdular.
-Musikinin tarifinden sonra, garp ve şark musikileri arasındaki perde, aralık, melodi, armoni, polifoni farklarından bahettim. Daha önce konuşacağım şeyleri not etmiştim. Her iki musikinin yüzlerce seneden beri, başlıca alışkanlık tesiriyle sevildiğini söyledim. Garp musikisinin nazari, ameli tekamule mazhar olduğunu, polifoninin vaziyeti sebebiyle armoni, orkestrasyon, enstrümantasyon şekilleriyle alemşumul(evrensel) muvaffakiyetler gösterdiğini söyledim.
Bizim musikimizin sahneye çıkabilmesi için, armoniye muhtaç olduğu bir hakikat ise de, bundaki muvaffakiyetin, evvela musiki nazariyatımızın armoniye hazırlanabilmesi için, Dil Kurumu gibi bir musiki akademisinin teşkiline kati ihtiyaç bulunduğunu bildirdim. Musikimize armoni koymak, onun abideliğini ve temellerini sarsmadan, bozmadan çalabilmek için böyle bir müessese lazımdır, diye devam ettim. Melodi şeklinde kemale ermiş olan musikimize, armoniden evvel yapılması gereken şeyler vardır.Musikimizi simai (kulak zevkinin üstünlüğü) şeklinden kurtararak, melodik hale getirilmesinin bu sayede mümkün olacağını ilave ettim. Eskiden beri nazariyatımızda kullanılan ırha(gevşek tutmak), bakiye(artık sesler), küçük mücennep(yanaşık sesler) gibi tabirleri Türkçeleştirmeyiz. Çoktan beri nazariyatçılar arasında münakaşalara yol açan, ameliyata da uygun olmayan, dizi, dörtlü, beşli kadelerinde getirilen aykırılıkları, makamların basit ve mürekkep olmalarındaki tasnif yanlışlıkları gibi yüzlerce ihtiyacı, ancak bir musiki kurumu temize çıkarabilir. Musiki erbabından bazı üstadlar, bu ve başka hususlarda güzel tedbirler alıyorlarsa da, bunlar münferit kalıyor. Sekizliğin, 24 yerine daha çok aralıklara taksimi, çoktan beri musiki erbabını işgal etmiş, nazariyatımızda yer almış mühim bir mesele ise de, bunun tatbikini de bu musiki kurumu ele alabilir. Bu usul kabul edilirse, birçok makamların armoni kabiliyeti tezahür edecektir. Her makamın armonisi kendisinden çıkacağından ve armoni için bazı perdeler fek olunacağından (kaldırılacağından), küçük taksimat ile bu fedakarlığı kolay ve daha az yapmak mümkün olur gibi görünmektedir. Bu sayede armoni için, Türk melodisinin bünyesi zedelenmiş olmayacağından, musikimizde, armonili beste şekillerimizin bazılarına ait olabilir. Makam ve melodilerimizin bu cihetten ayrıca incelenmesi ve iptida hazırlık yapılması iyine bu musiki kurumunun işidir.
Melodik musikimiz, yüzlerce rengi, nev’i olan bir ipek çilesi veyahut bir ince oya gibidir. Bunları ayırarak tezgahlarda dokumak, armoni metodlarına uymak ince bir iştir. Musikimizin, edebi zevkimize uygun bir şekilde sahneye opera olarak çıkabilmesi bu suretle mümkündür. Bu vaziyette, her şeyi musikişinasın omuzlarına yüklemek de doğru olmaz. Kurulacak musiki kurumunda edip, şair, sanatkar, maharrirlerin de bulunması gerekir. En önce bu elemanlar arasında ahenk vücut bulması gerekir. Bu da tarafsız, otoriter bir başla yola girer. Bu gün melodimizin garp tekniği ile konulan, armoni ve seslere alışmamış kimselere dikenli gelir. Kendi melodimizden çıkmış armoniye göre düzenlenen orkestrasyon, yine musiki kurumunun ibdası (güzel bir şey ortaya koyması) olacaktır. Kendi seslerine doymuş olan cihan musikisi, bu vaziyette hayretlere düşecektir. Bu kadar Efendim”
Atatürk, “Ben kendime bir musiki hocası bulmalıyım.” diyerek kalktı. Saat 10.30 du, bize selam vererek ayrıldı. Biz de kalktık. Koridora girdiğimiz zaman, Nuri Conker beni yakaladı:
-“Doktor, sen bunları biliyordun da şimdiye kadar bize niye anlatmadın” dedi.
-“Sırası gelmemişti efendim” dedim.
O gece hiçbir kelime söylemeyen Atatürk, üç ay sonra Ankara’da bir gece şu sözleriyle beni mahcup etti: “Doktor bize bir musiki konferansı yapmıştı. Doktora bilhassa teşekkür ederim, çok istifade ettim.”
Abdullah Şevki Öztekin’in Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar, Türküler ve Marşlar kitabından alınmıştır.