ATATÃœRK’TE MÃœZÄ°K SEVGÄ°SÄ°
Mustafa Kemal, 4 Ocak 1881 tarihinde Selanik’in Koca Kasım Mahallesi, Ziyneti bostan mevkiinde, babası Ali Rıza Efendi’nin yaptırdığı eve doÄŸdu. O zamanlar, çocuklar okullarda adı ve memleketi çaÄŸrılarak anılırlardı. Mustafa Kemal Selanik gibi.
19. yüzyılın sonlarına Selanik ÅŸehri, imparatorluÄŸun, Ä°stanbul’dan sonra en ileri ÅŸehri idi. Åžehirde ileri bir kültür ortamı vardı.
93 Harbi denen, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonrasında, Rumeli’den büyük bir göç baÅŸlamıştı. Yüzbinlerce Türk ailesi, evini barkını, malını mülkünü bırakarak, Bulgaristan’dan Edirne’ye, Ä°stanbul’a doÄŸru göçmüştü. Türkler, Rumeli’den sökülüp atılıyordu. Göçmenlerin birçoÄŸu da Selanik’e sığınmıştı. Bunlar yoksul insanlardı. Mustafa Kemal bu insanların haline çok üzülürdü.
Babası öldüğü zaman Mustafa Kemal çok küçüktü. Öksüz kalmıştı. Öksüzlük Mustafa Kemal’e ciddi ve ağır bir asalet vermiÅŸti. Önce Selanik Askeri Orta Okulu’nun son sınıfına girdi ve üniforma giydi. Bu okul yatılı deÄŸildi ve evlerine yakındı. Sabah okuluna gidiyor, akÅŸam eve dönüyordu.
Delikanlılık çağı’na eriÅŸip, bir iki arkadaşı ile eÄŸlence yerlerine girmeye baÅŸlayınca, ilk gittiÄŸi lokal, Selanik’te Türk Musikisi icra edilen lokaller olmuÅŸtur. Bu salonlarda Selanikli Ahmet, Kanuni Fethi, devrin ünlü hanendelerinden Mustafa ve Nemci Beyleri dinleye dinleye Türk Musikisi’ne gönül baÄŸlamış ve yaratılışındaki incelemecilik ve araÅŸtırmacılık tutkusu ile bilhassa Rumeli folklörüne ait birçok türküleri söylemeyi öğrenmiÅŸ ve türküleri hayatı boyunca söyleyip, öğretmiÅŸtir.
Daha sonra Manastır Askeri Lisesi’ne gitti. Ailesinden ilk defa ayrılıyordu. OnbeÅŸ yaşında evinden, ailesinden, kız kardeÅŸlerinden ayrılmanın üzüntüsünü yaÅŸadı. Yatılı okullarda hayat zordur. Aile özlemi, mektup beklentisi, yalnızlık, baÅŸlangıçta dertleÅŸecek arkadaÅŸ olmaması ve sıla özlemi bu yaÅŸta bir genci müziÄŸe yöneltir. MüziÄŸinde, bu sıkıntıları terennüm eden türüne yöneltir.
Mustafa Kemal, 13 Mart 1899’da, on sekiz yaşında iken, Ä°stanbul’a gelerek, Pangaaltı’nda bulunan Harp Okulu’na katıldı. Üç yıl süren Harp Okulu eÄŸitiminden sonra, üç yıl süre ile de Harp Akademisi’ni okumuÅŸtur. Böylece, Osmanlı Devleti’nin baÅŸkenti ve bir kültür merkezi olan Ä°stanbul’da altı yıl yaÅŸamıştır.
Atatürk’ün müzik bilgisi konusunda Burhanettin Ökte’den naklen Sadi Yaver Ataman ÅŸunları aktarmaktadır:
“Mustafa Kemal Harp Okulu’nda iken, okulda bir musiki topluluÄŸu kurmuÅŸ ve bu toplulukta bizzat ÅŸarkı söylermiÅŸ. Bu amatör musiki topluluÄŸu içinde ve ders saatlerinin dışında, musikimizle bizzat uÄŸraÅŸmışlar ve ünlü besteci Griftzen Asım Bey, o tarihlerde bu topluluÄŸa musiki öğretmenliÄŸi yapmış. Sınıf arkadaÅŸlarından ve kolaÄŸası iken vefat eden Selanikli Tevfik Bey, Köprülü Ä°smail Hakkı Bey, süvari albaylarından emekli Arif Bey, bir sonraki sınıftan Suat Bey ve daha bazı gençler, elveriÅŸli zamanlarda toplanırlar. Selanikli Tevfik Bey kendilerine eser geçer ve Hayri Bey ile Suat Bey ut, Arif Bey ney çalar, Atatürk de bu amatör fasıl takımının içinde okurmuÅŸ. Atatürk bilhassa Griftzen Asım Bey’in iki ÅŸarkısını, Civan AÄŸa’nın Nihavent makamındaki bir ÅŸarkısını, Saba ve Bestenigar makamında yedi sekiz ÅŸarkıyı çok iyi biliyorlar ve deÄŸme hanendenin okuyamayacağı ÅŸekilde usulüne ve üslubuna göre okuyorlardı. Atatürk’ün Asım Bey’den musiki dersi aldığını bu müşahedeye ekleyince, bir hakikat ortaya çıkıyor ki, Atatürk, Türk Musikisini bizzat öğrenmiÅŸler ve zaman zaman çevresine öğretmiÅŸlerdir.
Harp Akademisi’nde öğrenim gördüğü yıllarda, hafta sonlarında bir Fransız hanımdan Fransızca öğrenmiÅŸtir. Fransızca dergi ve gazeteleri takip ederdi ve o zamanlar ülkede sansür olduÄŸu için ülkenin durumunu anlatan bu yabancı dergilerdeki bilgileri arkadaÅŸlarına anlatırdı. Avrupa ile daima zihnen iliÅŸkide olmuÅŸtur.
Pertev Demirhan PaÅŸa, Harp Akademisi’nde Mustafa Kemal’in Harp Tarihi öğretmenidir. Pertev PaÅŸa aynı zamanda Tanburi Cemil Bey’in en iyi arkadaÅŸlarından biridir.
Mustafa Kemal 1903 yılında Harp Akademisi 2. sınıfta iken ve daha sonraki hayatında, öğrendiği bilgilerin özetini yazdığı ve kendisince önemli olan olayları not ettiği defterler tutmuştur. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından yayınlanan 2 numaralı defterde aşağıdaki şarkıların sözleri yer almaktadır. Kendi el yazısı ile yazdığı bu şarkıların notaları, güfteleri ile birlikte ekte yer almaktadır.
-Suzinaktan-Cevheri ruhum musun ey melek – TATYOS EFENDÄ°
-Süzinaktan-Bir güne çeşmi canan suzinak oldum yeter- SELANİKLİ AHMET
-Suzinaktan- Gözlerinden kıskanırken bir zaman dildarını-Bestekarı belli değil
-Hicaz makamından-Zülfüne dil besteler zülfü perişanın kadar-ASTİK AĞA-güfte FUZULİ
Atatürk’ün CumhurbaÅŸkanlığı Genel SekreterliÄŸini yapmış olan Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün müzik sevgisi konusunda.
“Atatürk’ten Hatıralar” adlı kitabında ÅŸunları anlatmaktadır:
“Hususi meclislerinde, çocukluÄŸundan beri tesiri altında kaldığı, alaturka musikiyi dinlemekten zevk duyar, ekseriya kendisi de tatlı sesiyle saza iÅŸtirak ederdi. En çok sevdiÄŸi eserler:
-Rasttan “Habı gahı yare girdim arz için ahvalimi”
-UÅŸÅŸaktan “Cana rakibi handan edersin, ben bi nevayı giryan edersin”
-Hicazkardan “Mani oluyor halimi takrire hicabım, üzme yetiÅŸir firakınla harabım”
-Åžederabandan- “Badeyi vuslat içilsin kaseyi faÄŸfurdan, bir ilahi neÅŸe doÄŸsun naÄŸmeyi tanburdan”
-Suzinaktan- “Sen bezmimize geldiÄŸin zaman neler olmaz”
-Bestenigardan- “Kaçma mecburundan ey ahuyu vahÅŸi ülfet”
-Bestenigardan- “Gayrıdan bulmam teselli sevgilim, sendedir divane gönlüm sendedir” ÅŸarkıları ile, bütün Rumeli ve serhat türküleri idi. Bilhassa bunlardan “Vardar Ovası” ve “Pencere açıldı Bilal oÄŸlan piÅŸtov patladı” türküleri.
1935 yılında bir gün, Yalova’da sofrasında ut çalan Muhittin Baha Pars’a “Bu parçalar atalarımızın yadigarı eserlerdir, bunların kaybolmamaları lazım” demiÅŸ.
Bununla beraber Garp musikisine hayrandı. Memlekette Garp Musikisini yaymaya büyük önem vermekte idi. BilindiÄŸi gibi, bu maksatla, hayatında sonradan müzik, tiyatro, opera ve bale bölümleri ile mükemmel bir konservatuar halini alan, Ankara Musiki Muallim Mektebi’ni kurdurmuÅŸtur.
19 Haziran 1934 tarihinde, Ankara Halkevi’nde Ä°ran ÅžehinÅŸahı Rıza Pehlevi’nin ÅŸerefine yazılıp bestelenen “Özsoy” operası temsil edilmiÅŸti. Bir yıl sonra da Devlet Operası kurulmuÅŸtur.
Atatürk’ün iÅŸareti üzerine, bir aralık o zamanki Matbuat Umum Müdürü olan Vedat Nedim Tör’ün teÅŸebbüsüyle Ankara Radyosu alaturka musikiyi yayın programlarından çıkarmıştı. Fakat iki yıl sonra, halkın mütamadiyen Mısır radyosunu dinlemekte olduÄŸu gerekçesiyle ilkin halk türküleri ve klasik Türk musikisi adı altında tekrar aynı müziÄŸin yayınlarına baÅŸlanmıştır.
İftahar ve şükranla ifade etmeliyiz ki, bu müddet zarfında bir taraftan çok sesli Batı tekniğine uygun eserler yaratan çok kıymetli bestekarlarımızla, gerek bu sahada ve gerek opereda milletlerarası şöhret yapan değerde yüksek sanatkarlarımız da yetişmiştir.
Atatürk zarif endamıyla çok güzel dans ederdi. Büyük bir haz ve heyecanla seyrettiÄŸi halk oyunlarını, bilhassa erkek ve yiÄŸitçe figürleriyle “zeybek” oyununu takdir ve teÅŸvik ederdi.
Türk Maarif Tarihi adlı 5 ciltlik eserin yazarı Osman Ergin de şunları söylemektedir:
“Atatürk’ün musiki sevgisini, bizzat O’nun meclislerine iÅŸtirak etmiÅŸ ve huzurlarında sanat ve maharetlerini gösterip kendilerine beÄŸendirmiÅŸ olan sanatkarlarımızın ağızlarından dinlemek isteyerek bunlar arasından Hafız YaÅŸar Okur, Mustafa SaÄŸman ve Sadettin Kaynak’a müracaat ettim. Lütfettikleri yazıların bazı parçalarını bu eserde bulunduruyorum.
Atatürk’ün reisi cumhur makamına geçtiÄŸi tarihten, ölümlerine kadar maiyetinde bulunmuÅŸ olan serhanende, yeni terimle ÅŸef tenor Hafız YaÅŸar Okur, Atatürk’ün musiki sevgisini şöyle anlatır:
“AkÅŸamları saat 17’de Veli Bey’in (Veli Kanık, Orhan Veli’nin babası) idaresindeki bando, sarayın bahçesinde nöbet çalmaya baÅŸlar ve bir saat sürerdi. Saat 18’de, Zeki Bey’in idaresindeki orkestra sarayın salonunda terennüme baÅŸlar, saat 20’ye kadar devam ederdi. Bunlardan sonra 14 kiÅŸiden mürekkep fasıl heyeti, Atatürk’ün huzurlarına gelir yemeÄŸin sonuna kadar oradan ayrılmazlardı.
Atatürk, Klasik Türk Musikisini çok severdi. En çok sevdiÄŸi makamlar, Rast, Mahur, Hüzzam, Segah, Bestenigar’dı. En çok sevdiÄŸi ÅŸarkılar da ÅŸunlardı:
-HaÅŸim Bey’in Bestenigar makamından “Kaçma mecburundan”
-Yine Bestenigar’dan “Gayriden bulmaz teselli”
-Dede’nin Mahur makamından “Ey gonca dehen”
-Asım Bey’in UÅŸÅŸak makamından “Cana rakibi handan edersin”
-Rast makamından “Habı gahı yare girdim”, “Nihansın dideden ey mesti nazım”
-Faize Hanım’ın Suzidil makamından “Badeyi Vuslat içilsin”
-Mahmut Celalettin PaÅŸa’nın Hüseyni makamından “SevdiÄŸim cemalin çünkü göremem”
-Ahmet Rasim’in Rast makamından “Lebi renginine bir gül konsun”
-Kemani Rıza Efendi’nin Rast makamından “Zümreyi huban içinde pek beÄŸendim ben seni”
-Hacı Arif Bey’in Rast makamından “Seyli ateÅŸten emin olmaz yapılmış haneler” ve UÅŸÅŸak makamından “Meyhane mi bu, bezmi tarabhaneyi cem mi”
-Åževki Bey’in UÅŸÅŸak makamından “Bir kere içen çeÅŸmeyi pürhuni fenadan”
-Bimen Åžen’in Hicaz makamından “Ruhum Emelim, kalbi nizarım zedenlendi”
Atatürk bu şarkıları bizzat okuduğu gibi, başkaları tarafından okunduğu zaman da elleri ile tempo tutmak (usul vurmak) suretiyle takip ederlerdi.
Atatürk, Rumeli şarkılarını da çok severdi ve onları çok iyi bir surette bizzat okurlardı da. En çok okudukları ve okunmasını istedikleri türküler şunlardı:
-Atladım bahçene girdim, gülleri fincan gibi
-Yemenim turalıdır,sevdiğim buralıdır
-Maya daÄŸdan kalkan kazlar
-DaÄŸlar daÄŸlar viran daÄŸlar
-AliÅŸimin kaÅŸlari kare
-Pencere açıldı Bilal oğlan
-Alıverin bağlamamı çalayım
Atatürk alafranga musikiyi de severdi ve onun bazı parçalarını bizzat terennüm ve takip ederdi. Bunlar arasında en çok sevdiği, bizzat takip ettiği, hatta çalınıp bittikten sonra tekrarlanmasını istediği parçalar da vardı. Toksa Opereti onlardan biridir.
Atatürk yeni yapılan milli marşları da severdi, bunlar arasında şu iki marşı biz okurken, kendileri de iştirak ederdi.
-Karadeniz Karadeniz gelen düşman değil biziz
-Yılmaz çelik ordularla biz yıldırımlar saçan bir cihanız
Atatürk ara sıra, udi Şevki ile beni huzurlarına çağırır ut çaldırırdı ve gazel okuturdu ve çok kere kendisi de aşağıdaki gazelleri bizzat okurdu.
-Ben ÅŸehidi badeyim dostlar, demim yad eyleyin
-Yeter artık çeker oldum şu cihanın gamını
Atatürk zaman zaman Rast makamından Kur’an ve Mevlüd de okuturdu. Kur’an dan en çok okuttuÄŸu sure, Yasin Åžerif ve Süleyman Çelebi’nin Mevlüd’ünden de en çok beÄŸendiÄŸi yer Veladet Bahri idi.
Atatürk Kur’anın (Yasin) suresinin Rast makamından okunmasını sever ve okuturdu. Bazen Kur’anın bir ayetini ben okurdum, alt tarafının aynı makamdan okunmasını manevi kızı Nebile’ye emrederlerdi.
Gerek Kur’an, gerek Mevlüd okunurken çok mütehassis olduÄŸu görülürdü. Hatta Muzıka Heyetinde bulunan hafızlardan Ramazan aylarında camilerde mukabele okuyanlara bir ay müddetle izin verir, Ramazan içinde yapılan fasıllarda bunların bulunmalarında asla ısrar etmezdi.
Lise Tarih ve Türkçe muallimlerinden Ali Rıza Sağman da bu yüksek mahfile devam edenlerdendi. O da yazdığı yazıda şunları belirtmiştir:
“Åžehitlikleri Ä°mar Cemiyeti tarafından, her sene Çanakkale’de vapur içinde ÅŸehitleri anma törenleri yapılırdı. Bu törenlerden birisine Atatürk de katılmıştı ve memnun olmuÅŸtu. Ben de bu cemiyet tarafından Çanakkale’de yapılan bu törenlere yıllarca çağırılmak ÅŸerefine nail oldum. Ä°lk yıl dört hafız bu iÅŸi gördük. Bu yıl Hafız Cemal, okuduÄŸu ezan ile Gelibolu daÄŸlarını inletti. Atatürk, bu tören hakkında, Fırkanın Ä°stanbul mümessili Ä°brahim Tali’den (Öngören) izahat almış ve bu güzel sesli hafızlarla tanışmak istemesi üzerine Saraya davet edilmeye baÅŸladık.
Bu toplantılara, bu saz alemlerine devam ettikçe, Gazi’nin en çok hangi makamları sevdiÄŸini, hangi ÅŸarkıların okunmasını istediÄŸini öğrenmiÅŸ oluyorduk.
-Hacı Arif Bey’in Nihavent makamından “AÅŸk ateÅŸi sinemde yine ÅŸule feÅŸandır” ÅŸarkısı çok seviliyor ve okutuluyordu ve okunurken de Atatürk de katılıyordu. Bu ÅŸarkı okunurken gözlerini bir noktaya diker ve elleriyle de o noktayı iÅŸaret ederdi.
-HaÅŸim Bey’in Bestenigar makamından “Kaçma mecburundan” adlı eseri, Atatürk’ün sevdiÄŸi, okuttuÄŸu, bildiÄŸi ve okuturken katıldığı eserlerdendir.
-Rumeli halk ÅŸarkılarından “Köşküm var deryaya karşı” ÅŸarkısını ve “Sarı Efe” ÅŸarkısını da beÄŸenirdi. Hele Kime ne? Redifli “Ben melanet hırkasını kendim giydim eÄŸnime” güfteli ÅŸarkısını hepsinden çok seviyordu.
Meclisinde bulunduÄŸumuz gecelerin birinde bestekarlarımızdan Selahattin Pınar da vardı. Bu sanatkarın okuduÄŸu bir bestesini çok beÄŸenmiÅŸ, “Aferin oÄŸlum sen bir profesörsün” iltifatında bulunmuÅŸ ve bir gazel okumasını rica etmiÅŸti. Selahattin’in okuduÄŸu gazel Gazi’yi aÄŸlatmış ve mendiliyle gözyaÅŸlarını sildirtmiÅŸti.”
Sanatkar Hafız Sadettin Kaynak da Atatürk’ün musiki meclislerine devam etmek ÅŸerefine mazhar olanlardandır. O da kanaatlerini şöyle yazmıştır:
“Bir gece Atatürk, akrabalarından bir bayanın evlenme merasiminde:
-Musiki nedir? Åžark ve Garp musikilerinden hangisi bize, bu dokuz saati duymadan ve doymadan geçirtti? Mevzulu bir bahis açtılar ve buna dair söz söylemek isteyenleri birer birer davet ettiler. Ä°smail Müştak’ı da, zabit katipliÄŸine tayin buyurdular. Bunlar arasında en son sözü söyleyen ben oldum.
-Bir baÅŸka gece, Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan bir düğünde, aynı eserin fasıl heyeti ve orkestra tarafından çalınmasını emretti fakat bu kabil olmadı. Daha sonra orkestranın bir zeybek havası çalmasını istedi, o da olmadı. Daha sonra Selanikli Ahmet Bey’in Kürdilihicazkar “Dilerse Åžadıgam Olsun” ÅŸarkısını benimle birlikte okudular.
-Yine bir baÅŸka gece, Florya’daki Deniz Köşküne akÅŸamdan çağırıldım. Mecliste BaÅŸvekik Ä°smet PaÅŸa ile bütün kabine erkanı bulunuyordu. Atatürk bana, “Bugün çok çalıştık, yarın Ä°smet PaÅŸa Ankara’ya gidecek. Ona güzel ÅŸeyler oku da memnun olsun” dedi. Okudum.
Ankara’da bir gece Çankaya Köşkü’ne çağırıldım. Fuat Hulusi Demirelli’nin “Yıllarca elim kalbimin üstünde eÄŸildim” ÅŸarkısını, Eviçara makamından bestelemiÅŸtim. Rumeli havalarından Eviç makamındaki eserlere Atatürk’ün meftun olduÄŸunu düşünerek bu makamı seçmiÅŸtim ve notalarını bastırarak Atatürk’e takdim etmiÅŸtim. O gece bana, “Åžimdi Ä°smet PaÅŸa buraya gelecek, o gelmeden önce ÅŸarkıyı bir kere biz dinleyelim” dediler.
Eseri çok beğendi. Biraz sonra İsmet Paşa geldi. Şarkıyı ayakta okudum. İsmet Paşa çok mütehassıs oldu. Atatürk sordu:
-BeÄŸendin mi PaÅŸam?
-Çok güzel tebrik ederim.
O gece Atatürk mevlit okunmasını da istedi ve bana mevlidin her mısrasını ayrı makamdan okumamı, saz heyetinin de sazlarıyla takip etmelerini emrettiler. Ä°lk bahri tamamladım. Derin bir alaka ile dinledi. Yine aynı gece müteaddit yerlerden bana Kur’an okuttular. Hatta Nuri Conker’in de Kur’an okumasını istediler. O da okudu.
-Yine bir gece Beylerbeyi Sarayın’da beni Ä°ran Åžahı’na tanıttılar. Fuat Hulusi’nin Farsça yazdığı Türk-Ä°ran dostluk manzumesini bestelemiÅŸtim, onu okudum. Daha sonra Afet Hanım, halk ÅŸarkılarının okunmasını istedi. “Çıkar cücelerden haber sorarım” ÅŸarkısını okudum. Atatürk ilk defa duymuÅŸtu. Åžarkıyı üç defa tekrar ettirdiler ve bana bu eser için ” Sen bununla Azeri Musikisini gölgede bırakmışsın ” diye iltifatta bulundular.
Atatürk’ün sevdiÄŸi, okuttuÄŸu ve bizzat okuduÄŸu eserler hatırımda kaldığına göre ÅŸunlardır:
-Civan AÄŸa’nın Nihavent makamındaki “Dil seni sevmeyeni”. DiÄŸer tanıkların belirttikleri ÅŸarkıları Sadettin Kaynak’da aynen tekrar etmektedir.
Åžunu da ilave edeyim ki, Rast makamından Dede’nin Kar-ı Nev’ini ve Benli Hasan AÄŸa’nın peÅŸrevi ile yine Rast makamından birkaç eseri içine almak üzere, Rasim Ferit’in hazırlamış olduÄŸu repertuar, Veli Bey ve diÄŸer bir zat tarafından büyük imtahanlarla armonize edilerek Atatürk’e dinletildi ise de, birkaç tecrübeden sonra, bu iÅŸin olmadığına ve olamayacağına bizzat Atatürk karar vererek vazgeçildi”
O zaman Riyaseti Cumhur saz heyetinde neyzen olarak bulunan Burhanettin Öke de, Türk müziğinin armonize edilmesi konusuna şunları söylemektedir:
“Atatürk’ün yakın arkadaÅŸlarından Dr.Rasim Ferit Talay’ın evinde rahmetli Feyha Talay’ın idare ettiÄŸi bir musiki topluluÄŸu Atatürk’ü çok etkiledi. BilindiÄŸi gibi, Feyha Talay hem tanbur hem de viyolonsel çalıyor ve bizim musikimizi bildiÄŸi kadar, Batı musikisini de iyi biliyordu.
Söz musikinin armonize edilip edilmeyeceÄŸine intikal etti. Atatürk bir deneme yapılmasını ve kendisine haber verilmesini emrettiler. Hazırlıklar derhal baÅŸladı. Zeki Ãœn ve Veli Kanık Beyler bazı eserlerimizi çok sesli hale getirdiler. Uzun çalışmalar yapıldı ve Atatürk’e haber verildi. Hemen ÅŸeref verip eserleri dinlediler. Orkestra eserlerimizi çok sesli olarak icra etti. Sonra aynı eserlerin bizim uslupta ve bizim sazlarla çalınmasını emrettiler. Böyle de çalındı. Sonunda “Siz orkestranızı, siz de sazınızı bildiÄŸiniz gibi çalınız” deyip salonu terk ettiler. Atatürk denemeyi beÄŸenmemiÅŸti.
Atatürk Ä°zmir’de 1913 yılında bir gün, Dr.Şükrü Åženozan, Dr.Tevfik Rüştü Aras, Dr.Rasim Ferit Talay, Şükrü Kaya, Dr.Cemal Tunç ve Cemal Åžahingiray ile sabaha kadar müzik sohbeti yaparlar, arkadaÅŸtırlar. Ä°ÅŸte bu dostluÄŸa güvenen Dr.Şükrü Åženozan, Atatürk’e müzik konusunda önemli ÅŸeyler anlatmışlar. Anlatılanlar ÅŸunlardır:
“Zaman zaman Atatürk’ün sofrasında bulunuyordum Kendileri musikiden bahsetmekten hoÅŸlanırlardı. Yalova’dan dönmüştük. Ben sofranın öbür ucunda oturuyordum.Kendileri, Nuri Conker ve diÄŸer arkadaÅŸları ile konuÅŸuyordu. Bir ara, “Doktor, biraz da musikiden konuÅŸalım” dediler.
-Müsaade buyurursanız, önce musikinin tarifinden başlayalım dedim.
-Nasıl istersen buyurdular.
-Musikinin tarifinden sonra, garp ve şark musikileri arasındaki perde, aralık, melodi, armoni, polifoni farklarından bahettim. Daha önce konuşacağım şeyleri not etmiştim. Her iki musikinin yüzlerce seneden beri, başlıca alışkanlık tesiriyle sevildiğini söyledim. Garp musikisinin nazari, ameli tekamule mazhar olduğunu, polifoninin vaziyeti sebebiyle armoni, orkestrasyon, enstrümantasyon şekilleriyle alemşumul(evrensel) muvaffakiyetler gösterdiğini söyledim.
Bizim musikimizin sahneye çıkabilmesi için, armoniye muhtaç olduğu bir hakikat ise de, bundaki muvaffakiyetin, evvela musiki nazariyatımızın armoniye hazırlanabilmesi için, Dil Kurumu gibi bir musiki akademisinin teşkiline kati ihtiyaç bulunduğunu bildirdim. Musikimize armoni koymak, onun abideliğini ve temellerini sarsmadan, bozmadan çalabilmek için böyle bir müessese lazımdır, diye devam ettim. Melodi şeklinde kemale ermiş olan musikimize, armoniden evvel yapılması gereken şeyler vardır.Musikimizi simai (kulak zevkinin üstünlüğü) şeklinden kurtararak, melodik hale getirilmesinin bu sayede mümkün olacağını ilave ettim. Eskiden beri nazariyatımızda kullanılan ırha(gevşek tutmak), bakiye(artık sesler), küçük mücennep(yanaşık sesler) gibi tabirleri Türkçeleştirmeyiz. Çoktan beri nazariyatçılar arasında münakaşalara yol açan, ameliyata da uygun olmayan, dizi, dörtlü, beşli kadelerinde getirilen aykırılıkları, makamların basit ve mürekkep olmalarındaki tasnif yanlışlıkları gibi yüzlerce ihtiyacı, ancak bir musiki kurumu temize çıkarabilir. Musiki erbabından bazı üstadlar, bu ve başka hususlarda güzel tedbirler alıyorlarsa da, bunlar münferit kalıyor. Sekizliğin, 24 yerine daha çok aralıklara taksimi, çoktan beri musiki erbabını işgal etmiş, nazariyatımızda yer almış mühim bir mesele ise de, bunun tatbikini de bu musiki kurumu ele alabilir. Bu usul kabul edilirse, birçok makamların armoni kabiliyeti tezahür edecektir. Her makamın armonisi kendisinden çıkacağından ve armoni için bazı perdeler fek olunacağından (kaldırılacağından), küçük taksimat ile bu fedakarlığı kolay ve daha az yapmak mümkün olur gibi görünmektedir. Bu sayede armoni için, Türk melodisinin bünyesi zedelenmiş olmayacağından, musikimizde, armonili beste şekillerimizin bazılarına ait olabilir. Makam ve melodilerimizin bu cihetten ayrıca incelenmesi ve iptida hazırlık yapılması iyine bu musiki kurumunun işidir.
Melodik musikimiz, yüzlerce rengi, nev’i olan bir ipek çilesi veyahut bir ince oya gibidir. Bunları ayırarak tezgahlarda dokumak, armoni metodlarına uymak ince bir iÅŸtir. Musikimizin, edebi zevkimize uygun bir ÅŸekilde sahneye opera olarak çıkabilmesi bu suretle mümkündür. Bu vaziyette, her ÅŸeyi musikiÅŸinasın omuzlarına yüklemek de doÄŸru olmaz. Kurulacak musiki kurumunda edip, ÅŸair, sanatkar, maharrirlerin de bulunması gerekir. En önce bu elemanlar arasında ahenk vücut bulması gerekir. Bu da tarafsız, otoriter bir baÅŸla yola girer. Bu gün melodimizin garp tekniÄŸi ile konulan, armoni ve seslere alışmamış kimselere dikenli gelir. Kendi melodimizden çıkmış armoniye göre düzenlenen orkestrasyon, yine musiki kurumunun ibdası (güzel bir ÅŸey ortaya koyması) olacaktır. Kendi seslerine doymuÅŸ olan cihan musikisi, bu vaziyette hayretlere düşecektir. Bu kadar Efendim”
Atatürk, “Ben kendime bir musiki hocası bulmalıyım.” diyerek kalktı. Saat 10.30 du, bize selam vererek ayrıldı. Biz de kalktık. Koridora girdiÄŸimiz zaman, Nuri Conker beni yakaladı:
-“Doktor, sen bunları biliyordun da ÅŸimdiye kadar bize niye anlatmadın” dedi.
-“Sırası gelmemiÅŸti efendim” dedim.
O gece hiçbir kelime söylemeyen Atatürk, üç ay sonra Ankara’da bir gece ÅŸu sözleriyle beni mahcup etti: “Doktor bize bir musiki konferansı yapmıştı. Doktora bilhassa teÅŸekkür ederim, çok istifade ettim.”
Abdullah Åževki Öztekin’in Atatürk’ün SevdiÄŸi Åžarkılar, Türküler ve MarÅŸlar kitabından alınmıştır.