Haber

CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK MÜZİĞİ KONUSUNDA YAPILAN İŞLER

Cumhuriyet döneminde kaydedilen gelişmelerin üzerinden yaklaşık 75 yıl geçmiş olup, mevcut durumu değerlendirmek için elimizde çok önemli veriler bulunmaktadır. Bu veriler bir senteze ulaşıldığını göstemektedir.

Cumhuriyet dönemi, Türk müzik kültürüne çok şey kazandırmıştır. Bu dönemde yapılanlar kısaca şunlardır:

-Klasik Türk Müziği’nin en eski eserleri çocukların bile okuyabileceği geometrik şekilli nota (Batı notası) ile yazılmış, hem kaybolmaktan kurtarılmış hem de kamunun faydasına sunulmuştur.

-Ülkemize 1930’lu yıllarda girmiş olan Batı notası soldan sağa doğru yazılmaktadır. Oysa Arap harfleri ile yazı sağdan sola doğru yazılmaktadır. Yazı devrimi sonucu bu ikilik giderilmiş hem nota hem yazı soldan sağa yazılmaya başlanmuştır.

-Türk müziği ses sistemi 1933 yılında Dr.Suphi Ezgi ve Sadettin Arel’in müşterek çalışmasıyla ortaya çıkarılmıştır. Dr.Suphi Ezgi, 1940 basımlı kitabında, Atatürk’e karşı duyduğu teşekkür hissini şöyle ifade etmektedir. “Cenabı Rabbi Hafızın emri ve hamiyetli zatların muavanetleriyle Türk milletimizi mezardan çıkarıp ona istiklalini kazandıran büyük vatancı ve milletçi merhum ve mağfur (Mustafa Kemal Paşa) ATATÜRK Hazretleri”
-Klasik eserlerimiz ve türküler taş plaklara kaydedilmiştir.
-Yurt düzeyinde folklor araştırması yapılmış, türküler tespit edilmiş, notaya alınmış ve “Yurttan Sesler” korosu kurulmuştur.
-Necip Celal, 1929 yılında, Türk ezgileri ile ilk tangoyu bestelemiştir.
-1932 yılında Halkevleri kurularak, ülkenin en uzak köşesinde yaşayan insanlarımıza, müzik dahil dokuz koldan bilgi götürülmüştür.
-1936 yılında bir Konservatuar açılarak modern dünyanın çaldığı evrensel müziği Türk çocukları öğrenmiştir. Hikmet Şimşek, bir radyo konuşmasında şunları anlatmıştı:

“Atatürk,yeni kurulan orkestramıza, “onların yaptığını siz de yapın” diye emir vermişti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı orkestrası bir gemi ile yola çıkarak 17 ülkenin başkentinde konserler vermiştir.”

-1934-1936 yılları arasında geleneksel müziğin (o zaman adı alaturka) radyolarda çalınmasının yasaklanmasının sebebi, Türk milletini çok sesli müziğe alıştırmak içindir. Çünkü Atatürk, müziğin yasaklanamayacağını bilecek kadar bilge bir insan olduğu gibi, üstelik müziğimizi sevmektedir de. Duyguları geleneksel müziği tercih ettiği halde, aklı kendisini evrensel müziğe yönelmiştir.
Nitekim Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri de, ” Türk milletinin çok sesli müziğe alışması için radyolarda alaturka müzik yasaklandı” demektedir.
-Türk müziği piyano ve viyolonsel gibi bazı Batı sazları ile takviye edilmiştir. Bugün birçok klasik Türk Müziği korolarında piyano ve viyolonsel gibi sazlar da bulunmaktadır. Çalınışı farklı olsa da keman sazı Türk müziğine ta Sultan Avcı Mehmet zamanında girmiştir.
-Radyolarda o zaman alaturka denen müziğin yasaklanmasını ikiye ayırmak gerekir. Birincisi okullarda sadece Batı müziğinin öğretilmesi, diğeri ise radyolarda alaturkanın çalınmasının yasaklanması.
-Okullarda sadece Batı müziği öğretilmesinin sebebi ise, laik düşüncenin, yazı ve dil devriminin ve Eğitim Birliği Yasası’nın gereğidir. Eğer okullarda geleneksel müzik eğitimi devam etseydi, asla ne konservatuar açılabilir ne de orkestralar kurulabilirdi.
-Yasaklanmanın, radyolardan iki yıl sonra kaldırıldığını ise yukarıda hatıralarını nakleden görgü tanıkları anlatmaktadırlar.
-Atatürk bile bu devrimleri ölümüne iki yıl kala yapabilmiştir. Atatürk’e karşı olan düşmanlık, birkaç cahilin yaptıklarına indirgenecek bir düşmanlık olmayıp, planlı ve sistemli bir düşmanlık olup, arkasında dış düşmanlar da vardır.Cumhuriyetin kuruluş tarihi hatırlanırsa Atatürk, düşmanla işbirliği yapmış örgütlerle çok uğraşmıştır.

-Saltanatçılar
-İngiliz ve Fransız Muhipleri(dostları) derneklerine girenler
-Kürt isyanlarına ve diğer gerici isyanlara karışanlar
-Anayasa’dan “Türk Devleti İslamdır” cümlesinin çıkarılmasını kabul etmeyen mollalar.

Alfabenin Arap alfabesinden kurtarılarak, geometrik şekille alfabeye dönüştürülmesini bir türlü kabul etmeyenler.

-Okullardan Arapça ve Farsçanın kaldırılmasını kabul etmeyenler.
-Medreselerin, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını ve modern bir üniversite kurulmasını hazmedemeyenler.
-Modern kıyafetleri kabul etmeyenler
-İstiklal mahkemelerinde yargılananlar

Bunların torunları hala yurdumuzda yaşamaktadırlar. Tamamına Atatürk düşmanı denilemez ve dedesinin yaptığından kendisi sorumlu olmaz. Ancak Atatürk’e saldıran bir kişinin yukarıdaki örgütlerden birisi ile mutlaka ilişkisi vardır. Yukarıdakilerden bazıları, Atatürk’ü karalamak ve kötülemek için her fırsattan faydalanırlar, çünkü Türk olmayı kabul etmezler. 1934-1936 müzik yasağı da Atatürk’e saldırmak için bir bahanedir.

Atatürk’ün yasaklatma kararını halisane eleştiren bazıları ise, “bu yasak olmasaydı, Klasik Türk Müziği daha ilerde olurdu” diyenlerdir. Halisane eleştiride bulundukları farz ve kabul edilen bu ikinci gruptaki müzikçilere şu sorular sorulabilir:

-Halen Türkiye yüzeyinde 1000’e yakın radyodan öyle müzikler yayınlanıyor ki, ruh ve duygu kirliliği yaratan bu kara propaganda, gençlerin ve çocukların beynini yıkamaktadır. Bırakınız yasaklamayı, bunları yayınlayanlara ceza vermek gerekir. Bu müziklerden memnun musunuz?
-Bebekken, neyle çalınan Hicaz ninni ile mışıl mışıl uyuyan çocuk, altı yaşına geldiğinde ney sesini duyunca odayı terk etmektedir. Neden?
-Rast, Mahur, Nihavent, Sultnıyegah, Ferahfeza gibi makamlar çalındığı zaman şakır şakır öten kanaryalar, Hüzzam makamı çalındığında kafeslerinin içinde rahatsızlıklarını belirterek, sağa sola zıplamaktadırlar. Neden?
-Gençler bazı makamlardaki şarkıları dinlediklerinde “bu müzik içimizi bayıltıyor” diyorlar. Neden?

Bugün kü toplumumuzda aşağı yukarı tekkeler ve zaviyeler açık durumdadır.

Türk Müziği konservatuarları da 1975 yılından beri açıktır. Bu okulları bitirenler, geçen zaman içinde Türk Müziği için neler yaptıkları ve neler yapılması gerektiği konusunda öz eleştiride bulunuyorlar mı?

Batı müziği konservatuarlarını bitirenler, her şeyi hazır bulmuştur. Notaları, metodları, okulları, ses fizikçileri, konser salonları vardır, sazları gelişmiştir, armoni, kontrpuan gibi teknik hususlar ses fizikçileri tarafından halledilmiştir.

-Bunların alaturkacılar dedikleri müzikçiler ise, bugünkü duruma adeta tırnakları ile kazıyarak gelmişlerdir, bu da Cumhuriyet idaresi sayesinde olmuştur.
-Alaturkacıları, “batıcılar dedikleri bu gruba da şu sorular sorulabilir: Siz Türk Müziği için ne yaptınız? Yapılan eserleri halk terennüm edebiliyor mu? Niçin bir ut veya bir tanbur konçertosu bestelemiyorsunuz? Bestelediniz de çalamadılar mı?

Bugün Türkiye de idare lambası ile okuyanlarla, doğar doğmaz renkli televizyonu gören ve cep telefonu kullananlar, atla ve at arabası ile seyahat edenlerle jet uçağına binenler, nüfus kağıdında ekmek karnesi damgası olanlarla, çarşıdan istediği gıdayı bulabilen üç nesil bir arada yaşamaktadır. Nüfusumuzun yarıdan fazlası otuz yaşın altındadır. Bu nesil Cumhuriyeti hazır bulmuştur.

Türkiye’de bugün müzik konusunda bir senteze ulaşılmıştır.

Her iki müzikteki özellikler kısaca belirtilirse:

-Batı müziği sanatçıları, çaldığı veya söylediği esere, önünde gördüğü nota ile bağlıdır. Yani o eseri çalarken besteleyenin ruhunu taşırlar, kendilerinde çok az şey katarlar ama, disiplin içinde çalarlar.
-Türk Müziğindeki saz veya ses sanatçısı da önünde gördüğü notayı çalar, ancak taksim, gazel veya halk müziğindeki açış adı altında, kendi ruhundan bir şeyler indirir, yorumunu yapar.
-Batı Müziğinde Bethoven’in keman konçertosunu bestelendiği günün gecesi çalabilen büyük virtüözler yetiştiği halde, bir Tanburi Cemil Bey çıkmamıştır. Çünkü kültürler farklıdır.

Klasik Türk Müziği de üniversitelere bağlı konservatuarlarda öğretilmektedir. Bazı sazları çalanlar, artık konçerto çalacak düzeye yükselmiş durumdalar ama konçerto bestelenmemektedir. Sadettin Arel’in dediği gibi boşa akan Missipi nehrinden henüz bir kova su alınmıştır.

Popüler müzikçiler denen sanatçılar kulak kirliliğini gidermede oldukça başarılı oldular.

Mevcut eski eserlerimizin çok sesli hale getirilmesinin mümkün olmadığını Tanburi Cemil ifade etmiş, Atatürk de denemiş ama tutmamış. Koroların çok sesli olması kiliseyi andırmaktadır, o da tutmuyor.

Sesleri tüm selenleri ile çalmak, eksik icra etmemek konusunda, Sadettin Arel’in açtığı, saz müziğindeki çok seslilik yolu kapatılmamalıydı, ancak kapattılar. Ulaşılan sentez sonucu, bugün aydın bir kişi Itri’nin Nevakar’ını da, Mozart’ın piyano konçertosunu da dinleyebilmekte ve zevk almaktadır.

Piyanoyu, tüm sesleri ve onların selenleri ile çalan piyanocu, ney eşliğinde Meragi’nin Rast makamından eserlerini çalabilmektedir. Artık tek müzik dinlemek mümkün olmamaktadır. Elektronikteki gelişme, dünyayı bir tek ülke haline getirmiş durumdadır.

Ulaşılan bu sentez sonucu:

-İstiklal Marşımız, bando ile çalınır, özel adı vardır. Anayada’da yazılıdır. Başka ülkelerde olduğu gibi adı “milli marş” değildir. Sözlerinin şairi “bunu bir daha yazamam” demiştir.
-Kılıç kuşanan Harbiyeli, Ay Yıldızlı Al Sancak’ın arkasında yürürken, bando Harbiye Marşı’nı çalar, orada nakkare ve kudüm çalınmaz.
-Evlenen gençler salona girerken “La Komparsita” çalar.
-Askere gönderilen delikanlılara davul zurna çalınır. Bach çalınmaz.
-Mayına basan, Ukba’ya giden askerin ardından, “kışlalar doldu boşaldı” söylenir ve gözler dolar.
-Cenazesi top arabasına bindirilen bir subayın arkasından Şopen’in cenaze marşı çalınır.
-Milli bayramlarda radyolarda “yürü bire Çiçekdağı” veya Recep Birgit’in sesinden “Yine de şahlanıyor kol başının kır atı” gibi şah türküler çalınır.
-Yavru vatan Kıbrıs, söz konusu ise, “Memleketim” şarkısı söylenir. Bestecisi yabancı olsa da tutmuştur.
-Süleymaniye’de bayram namazında Itri’nin tekbiri okunur.
-Ankara’da Cumhuriyet Bayramı töreninde, bando da çalar, mehter de çalar, seğmenler zeybek oynar.
-Pop müzikçinin arkasındaki trompetçi, trompet sazı ile hüseyni taksim geçer.
-Ve akşam evine yorgun dönen bir kafa, “al sazını sevdiçeğim” i dinler.

Neler yapılması gerektiği bu yazılanların konusu değildir. Ancak öncelikler:

-Bir ruh sağlığı yasası çıkarılmalıdır.
-Yurdumuzun hemen her iline açılmış olan üniversitelerimiz var. Bunlara bağlı orkestra kurulmalıdır.
-Tangolar ihya edilmelidir.
-Birçok ilimizde ve büyük ilçelerde faliyette bulunan Türk Sanat Müziği koroları birer piyano satın almalı ve bu sazı kullanmalıdır.
-İllerimizde ve büyük kasabalarımızda da, birer bando kurulmalıdır.

Müzik eğitiminin müfredatı genişletilmeli, darbukacı bile piyano eğitiminden geçirilmelidir. Başıbozukluk; Dr.Şükrü Şenozan’ın Atatürk’e teklif ettiği gibi, içinde müzikçilerin, edebiyatçıların, fizikçilerin, psikologların, sosyologların bulunacağı, politikacıya bağlı olmayan bağımsız bir TÜRK MÜZİK KURUMU’nun kurulmasıyla giderilebilir. Tıpkı Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi…

Ömrünün üçte biri savaş meydanlarında geçen, aldığı sorumluluklardan omuzları çökmeyen, doğduğu ev ve tüm çocukluk hatıraları yad ellerde kalan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kederlerine, Hüzzam kahramanlıklarına zeybekler tercüman olmuştur.

Abdullah Şevki Öztekin’in Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar, Türküler ve Marşlar kitabından alınmıştır.

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.